İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Munzurlar’a Karışan Gazeteci – Yusuf Ziya Ademhan

Türk fotoğrafçılığının efsane isimlerinden gazeteci, şair ve fotoğraf sanatçısı Yusuf Ziya Ademhan, 1992 yılının Temmuz ayında çıktığı Munzur zirvelerinden bir daha geri dönmedi. O gün bugündür ne bir gören oldu ne de bir izi bulunabildi. 30 yıldır büyük bir tutkuyla dolaştığı dağlar onu son kez çağırmıştı! Ve Munzurlar bu sıra dışı efsane hayatı kendi doğasında sonsuzluğa taşımıştı… Yaşamı boyunca yaptığı her işi büyük bir tutkuyla yapan ve bu uğurda her türlü bedeli ödeyen, ödemekten kaçınmayan Ademhan, ne yazık ki fotoğrafçılıkta bu bedeli destanlaşarak! ödemiştir. Doğaya ve fotoğrafçılığa olan tarifsiz tutkusu, onu yıllarca ceylanlar gibi munzur zirvelerinde ve yaylalarında dolaştırmış, fırat vadisinde yarenlik ettirmiştir. Ademhan’ın geride bıraktığı binlerce ölümsüz kareden maalesef pek azı bugünlere gelebilmiştir.

Yusuf Ziya Ademhan’ın yakın dostu, yine kendisi de ünlü bir fotoğraf sanatçımız olan Lütfi Özgünaydın’ın Ademhan’ın Munzurlarda kayboluşunun beşinci yılında kaleme aldığı ve 2 Mart 1997 tarihli Cumhuriyet Dergi’de yayınlanan “Munzurlar’a karışan gazeteci” makalesi, Yusuf Ziya Ademhan’ı daha yakından tanımamızı sağlayan en önemli kaynak niteliğindedir.

Dergi arşiv sayfalarında kalan bu önemli yazıyı bugüne taşımaktaki amacımız; Türk fotoğrafçılığına ve Erzincan’a çok büyük hizmetlerde bulunmuş olan Yusuf Ziya Ademhan’ı Munzurlarda kayboluşunun yirminci yılında tekrar hatırlatarak anmak ve ondan geriye kalan yaşam derslerinin, anıların, fotoğrafçılık ve doğa sevdasının ışığını yansıtmaktır.

İkinci bölümde ise; şair Addurrahman Adıyan’ın Yusuf Ziya Ademhan için yazdığı “Ademhan Destanı” yer almaktadır. Bu destanında şair, ala geyiklerlerin peşinden gider gibi, kır çiçekleriyle konuşur gibi ve Munzurlarda eriyen karların fırat ile buluştuğu gibi bizleri Ademhan’ın düşleriyle buluşturmaktadır.

Saygıyla anıyoruz.

Abdullah Bozdemir
Kemahkalesi.com

 

Munzurlar’a Karışan Gazeteci

LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN

Ağustos ayının sıcak bir günüydü… “Ademhan kayıp oldu,” haberi, duyuldu. Gazetelerin, iç sayfalarında, tek sütun halinde, birkaç tümce ile de yayımlandı haber… Onu sevenler, bilenler, “Yine şaka yaptı çıkar gelir biryerlerden…” diyerek önemsemediler önceleri. Ademhan, yaşamı içinde birçok kez kayıp olmuştu. Hatta öldüğü yazılmıştı yerel gazetelerde… Önceleri kimse inanmadı. Çünkü hep o yalanlamıştı o haberleri… Bir kez Pülümür dağlarında düşüp öldüğü yazılmıştı, Erzincan’ın yerel gazetelerinde. Onu sevenler gözyaşı dökmüştük. Hatta naaşını gidip getirmek için hazırlıklar içine girmiştik. Gücümüz yettiğinde, yazılar yazmıştık onun için… Haftalar sonra çıkıp gelmişti… Ölüm haberi ile ilgili, yazıları, bir bir okumuştu çok da keyiflenmişti. O günlerde kulağıma eğilip, “Lütfi doğrusu bu kadar sevildiğimi bilmiyordum. Yaşarken, ölümün sonuçlarını gördüm bu herkese nasip olmaz” demişti… Erzincan’ı çalkalayan, o günlerde, haberi yazan yerel gazeteye de epeyi yüklenmişti.

Dağlara ve Fırat’a aşıktı o… Her ilkbaharda, Fırat boylarında aylarca yürürdü. Bir badem çiçeğini çekebilmek için, beş yıl Fırat vadilerine koşmuştu. Bir türlü tutturamamıştı fotoğrafı. Badem kah erken çiçek açmış kah hava yeterli olmamıştı. Beş yılın sonunda, kayaların arasından çıkan bademi kurumuş olarak bulunca oturup saatlerce ağlamıştı…

İnanamıyorduk. Kimseler inanmıyordu Ademhan’ın dağlarda kayıp oluşuna… “Onu tanıyan fotoğraf sanatçıları da, aynı düşüncedeydiler. Ademhan’la çok yakın olduğumu bilen, Gültekin Çizgen, “Göreceksin Lütfi, Ademhan bir gün çıkıp gelecek. Bunlar Türkiye’de çift. Benim de Avcıdırlar diye bir dostum var. Bir keresinde, Trabzon’a fotoğraf çekmeye gidiyorum dedi, 19 yıl sonra döndü…”

Gerçekten Türk fotoğrafında, Ademhan’la Avcıdırlar birer efsanedirler. Tüm yaşamları dağların zirvelerinde, ışığın ve rengin peşinde geçmişti. O iki insanı, İstanbul’da Sıtkı Fırat’ın sergisinde karşılamıştık. Saatlerce kırıp geçirmişlerdi izleyenleri. Dağlarda, ovalarda, yaylalarda binbir güçlük içinde, bir sevda uğruna yaptıkları fotoğraf gezilerini anlatmışlardı.

Ademhan bu sefer Munzur dağlarında kayıp olmuştu… Kemah yakınlarındaki yardan dağların zirvesine çıkmış, bir daha dönmemişti. İçimizde garip bir bekleyişdi. Dönecekti, yine maceralarını anlatacaktı.

Haftalar geçiyor ama Ademhan’dan bir türlü haber alınamıyordu… Yayladaki çadırlara ceketini bırakmıştı, dağın zirvesinden fotoğraflar çekip dönecekti. Artık şakası yoktubu işin. Yakınları Kemah ilçesine giderek dağları aramaya başladılar. Erzincan Valiliği aramaya başladı. Onu çok seven çobanlar, adım adım taradılar dağları, Ademhan yoktu. Ademhan yitip gitmişti. Çok sevdiği tüm yaşamını verdiği, yazı kışı birlikte yaşadığı, aşık olduğu Munzur dağları onu alıp gitmişti. Yaz sıcağında, bembeyaz karlar onu alıp mavi göklere mi göndermişti yoksa. Uçurumlar mı yutmuştu?

Tüm aramalar sonuç vermedi. 1992 yılının sonbaharına kadar sürdü aramalar… Eski bir gazeteciydi. Basın şeref kartı sahibiydi. Zamanın Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nezih Demirkent ve Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Beyhan Cenkci de, Ademhan’ın aranması için girişimde bulundular. Tüm çabalar sonuçsuz kaldı. Kış geldi, Munzurlar bembeyaz oldu. Ademhan Munzurları karlaraltında gezmeye bayılırdı. Yine içimizde onu sevenlerin içınde, bir umut vardı, “Ademhan çıkar gelir…” diyorduk ama, gelmedi. Boynuna taktığı eski körüklü fotoğraf makineleri ile birlikte yoklara karışıp gitti. Ne makineleri ne de elbisesinin bir parçası bulunabildi..

Bir iki yıl fısıltı gazetelerinde haber çıktı “Ademhan şurada gözükmüş, burada gözükmüş” diye… Ancak hiçbiri gerçek çıkmadı. Beş yıl geçti aradan… Onu sevenler unutmadı. Duvarlarda asılan, Munzur fotoğrafları, Fırat vadileri hep onu anlattılar. Onu anımsattılar… Ademhan şimdi Munzur fotoğraflarının içinde, Fırat vadilerinde yaşıyor…

Lütfi Özgünaydın / Cumhuriyet Dergi, 2 Mart 1997

İlk yorum yapan siz olun

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir